15 Ağustos 2013 Perşembe

Nişan Al...Ateş..=(

Aslında moreller bozuk...Her yerde insanlar ölüyor ve hep saçma sapan politikalar yüzünden. Nerede, kim, " benim dediğim olacak" ego savaşına girdiği zaman bu uğurda haklı da olsa haksız da can almaya kadar gidebiliyor. Sonuç ise arada binlerce masumun katlolduğu ve bizim balık hafızalarımız. 


Çünkü uzakta ki ateş bizi yakmıyor diye sadece izleriz...Kimi Anodolundan Gezi'yi izledi, kimi batıdan Rojovayı, kimi ise uzaklardan Mısır'ı ve bunlar çok taze olanlar daha niceleri var...Tek gerçek insanların öldüğü ve "yaşama" hakkını kimsenin siyaset uğruna öyle yaptık oldu der gibi alamayacağı....Tüm bunlardan ötürü siyaseti de siyasetçileri de hiç sevmem çünkü neyi savunuyor olursa olsunlar, alttan alta insan faktörünü yok edip, ego tatmin ediyorlar. Herkes istiyor ki benim dediğim olsun, benim isteklerimi yerine getirsin "başımızdakiler"... böyle kendisi gibi düşünmeyenler hemen ötekileşiyor ve istenmiyor oluyor ve sonuç koca dünya bir ırka yetmiyor...Halbu ki etiketlerden kurtulup insanları olduğu gibi sevsek, benzetmeye zorlamasak kendimize ne mutlu olur bize...Doğada milyonlarca hayvan aynı dili konuşmadan bir zincir içinde ve uyum içinde yaşıyor gidiyor...

Ama biz beceremiyoruz işte, beceremeyince de kurtulmak istiyoruz çünkü kolayı o ---> 
Nişan Al ve Ateş...

 
 Evet malesef, Nişan'nın bir iyi bir de kötü anlamı var...Aslında ikisi de hedef almak ama birinde bir yaşamı sonlandırırken, diğerin de yaşamınıza belki çok güzel bir anlam katacak olan evliliğe hedef alıyorsunuz. İşte dünya dönüyor ve gidiyor ama siz de yaşıyorsunuz bir ölçüde. Yazının buraya kadar olan kısmında içinizi çok kararttığımın farkındayım ama gerçek bu gözleri kapamanın anlamı yok. 


Bir yandan da psikolojinizi koruyup kendi yolunuza da devam etmeniz gerekiyor. Fatih'le biz de öyle yaptık. Bundan neredeyse bir sene önce 24 Ağustosta Söz - 25 Ağustosta ise Nişanımızı...Fatih, aynı zamanda benim en yakın arkadaşım, aşkla başlayıp arkadaşlıkla sona erdi diyemeyeceğim sadece bir artı daha kazandık...Oldukça hatrı sayılır bir süredir beraberiz 2006'dan beri, Kasım ayının güzel bir gününden itibaren düşe kalka bugünlere geldik...yani aslında uzun süredir, hayatıma yoldaşım zaten...



Uzun bir özlem yaşayacaktık yüksek lisans için öncesinde artık aileleri de yaklaşık 4 yıldır tanıdığımız için karşılıklı, yoğun istek üzerine söz-nişan olsun dedi-k-ler =) çünkü aslında ben İngiltereden dönünce daha iyi olacağını düşünüyordum ama neyse ki zaten farketmedi...Çok kısa bir zamanda alındığı için tüm kararlar açıkcası nişan üzerine öyle uzun, uzun düşünmedik. Çünkü ailesi şehir dışından geleceği için ve zaten çokta vakit olmadığı için ayırmak istemedik ikisini...eh tabi birbirimizi yüzyıllardır tanımamazı da önemli sözlenip birbirimizi tanıma aşamasını atlayıp, pat nişana geçtik ve şimdi de evleniyoruz =) aslında inanılmaz geliyor hala kulağa ama tatlı bir heyecan...İlk işimiz organizasyonu halletmek oldu ev mi, dışarısı mı derken Cuma günü istemenin evde yapılmasını, ertesi günde aile içinde yaklaşık 30 kişilik bir nişan yemeğine karar verdik.


Bu aşamada mekan çok önemli çünkü eğer İstanbul da yaşıyorsanız ve yazın bir orginazsyon düşünüyorsanız ben size 12 ay diyeyim, siz 9 ay önceden bulup buluşturmak gerekiyor. Bunun iki nedeni var; 1. Ramazan ayı ve bayramı artık yaza denk geldiği için 2. İstanbulda trilyon insan yaşadığı için tek nişan-düğün yapan siz değilsiniz o kadar çok ki!!! Hatta İstanbul da yaşamayıp İstanbul da yapanlar var artık gerisini siz düşünün olasılık hesabı yaparsanız sizin istediğiniz yeri, sizden başka birinin istememesi çok küçük bir ihtimal, elinizi çabuk tutun. Biz şans eseri içimize çok sinen bir yerde yaptık...Zaten az kişi ve sadece yemek olacağı için üstelik sadece 30 kişilik kolay ayarlayabildik...İstanbul'da biraz içerilerde kalan ama çok huzurlu bir yer var Messt Cafe adında, Nakkaştepe'de...Neyse şans eseri gittik, beğendik aaa niye burada yapmayalım dedik ve menümüzü seçip kaporamızı bıraktık. Macera asıl bundan sonra başlıyor. Ne nişan için ne de söz için elbisem yoktu. Zamanım da yoktu ki diktireyim zaten çalıştığım için abiyecileri dolaşacak zaman pek olmuyordu çünkü mesai'den sonra ya kapalı oluyordu çoğu ya da benim halim olmadığı için pek bir şey beğenmiyordum. Öyle kafamda belirli bir model de olmayınca internet yetişti yardımıma çünkü bayramın hemen ertesinde yapacaktık bir sürü yer de kapalı olacaktı. Baktım mağazaların kataloglarına ve adl'de aradığımı buldum. 

Normalde sarı rengini sevmememe rağmen antik roma modeli beni cezbetti. Sonra hangi mağazalarında olduğunu öğrenip çıktık yola bir kaç aksilik yaşanmasına rağmen alabildik Nişantaşı mağazalarından. Hatta iki yanındaki Roman mağazısından da söz elbisesini ayak üstü aldık...Bir de indirim olduğu için oldukça da uyguna geldi...Adl'den aldığım 250 tl ve Roman'dan da 80 tl'ye aldım ama söz elbisesinin görselini internette bulamadım. Üstü koyu mor dantelten altı ise pileli şifondu ve diz üstü, sıfır koldu. Sonra ayakkabıyı hallettim artık her yerde bulunan dore(simli, elbisenin üstü puldan doreydi aynı renk) kapalı burunlu topuklumu aldım 55 tl ye Cevahir'den. Söz için evde giyeceğim vardı zaten...Giyim kuşam bitti diyeceğimde fotoğraftaki kız kadar uzun olmadığım için yırtmaç başını almış gitmişti bizde terziye verdik biraz toparlasın diye çok becerikli Capitol terzisi eteğin şifonuyla astarını birbirine dikmiş...dedik bravo yani iyi ki başka bir şey yaptırmamışız neyse bayram bayram açık terzi arayışına girdik en sonunda nişan günü carrefour da bulduk. 


Söz çok hoştu, acemilik vardı iki ailede de aslında bir ilkti çünkü. Öyle ki nasıl oldu bitti çok anlamadık...Çay-Yüzükler-Kahve derken bitti gitti =) Ama en önemlisi benim canım arkadaşım Viverline oradaydı o olmasaydı misafirlerin kahve yerine ne içecekleri tartışılırdı çünkü heyecandan öyle kötü yaptım ki bir de aman diyip servis ettim =) köpüksüz de olurdu...ama her şeyden öte orada yanımda heyecanıma ortak olması çok anlamlıydı =) Ve gece heyecanla, fotoğraflarla bitti. İnanın söz fotoğrafları ben de hala yok çünkü Fatih'in bilgisayarında hala mail atacak...Siz düşünün...=) Neyse ertesi gün sabah erkenden Messt'e gittik ne var ne yok diye iyi ki gitmişiz çünkü masalarda tabak dışında hiç bir şey yoktu...Organizasyonu şirketlere bırakıyorlarmış o yüzden ellerinde masa örtüsü bile yokmuş...Aldık mı başa belayı koştur, koştur bir önceki gece istemeye geldiklerinde ki çiçekçiye 3 yuvarlak masa için 3 çiçek hazırlattık...Ayrıca Kervandan misafirlere anı olsun diye lavanta keseleri aldık, bir parça pahalılar ama davetli sayısı çok olmadığı için dışarıda yaptırsam yine aynı fiyata geliyordu. Yaklaşık 10-15 tl arası bir şeydi sanırım. Vazolorı, mumlukları ve kağıt peçeteleri Paşabahçeden ben hallettim, Tepehome dan da 10 kişilik yuvarlak masa örtüsünü bulamadık tabi biz de büyük kare aldık, uydurduk. Sonu hoş oldu ama malesef o telaştan masanın fotoğrafını çekemedik. Bu koşuşturmacaya terzi de eklendi en nihayet kuaföre gidebildik. Kuaförde senelerdir gittiğim güvendiğim yerdi ama...Hadi saç neyse kabarıklığı indirtmeyi başardım ama makyajımı malesef silecek vaktim yoktu öyle badana boyalı gittim nişana...Neden abartıyorlar çünkü aldıkları parayı çıkarmak için ama normalde hiç makyaj yapmayan biri için o makyaj çok ama çok fenaydı...Neyse kuaförden çıkıp gidebildik, sevdiklerimizle güzel bir yemek yedik, tadı hala damağımda bir pasta (http://www.levonpatisserie.com/) ile sonlardırdık. Çok tazeydi ve uygundu...Müzikler içinde arkada bangır bangır olmadan eski Türk filmi müzikleri çaldı...İnanılmaz keyifliydi ama o da bitti hemen anlamadan =) Kıssadan hisse bir şeyler ters gidebilir ve gidecektir de ee sizin moralinizde bozulabilir haklı olarak ama geçip gidiyor o da bir gün işte...Bakalım sıradaki round düğün onun altından kalkabilecek miyiz =) Kendinize ve bloguma iyi ve sık sık bakınız efendim =) Ayrıca bu kadar uzun postu delirmeden, duygusal geçişler yaşamadan okuyup bitirebildiğiniz için psikiyatr ve gözlük masraflarınız benden mail atın yeter =)





12 Ağustos 2013 Pazartesi

Film gibi Geçen Bir Hayat...



...değil tabi benimkisi =) bildiğiniz, sıradan bir insanoğluyum en nihayetinde...öyle atraksiyonlu ve bol adrenalinli bir hayatı geçtim, gencecik yaşımda emeklilik hayalleri kuruyorum... 
 ya durum o kadar vahim... Mesela bugünüm o kadar şahane idi ki 09:00'dan 16:30 a kadar susmadan konuştum...neden? çünkü ders anlattım... Ders anlatmaya bayılıyorum özellikle günümdeysem ama bayılmam bunu heycan verici kılmıyor ki bugün Pazartesi olmasına rağmen haftanın yarın bitmesini istiyorum mesela herkes gibi...Şu an ise öyle uykum var ki hala işteyim ve mesai bitmesine rağmen uykusuzluktan kalkıpta metrobüse bile gidemiyorum...Tabi bir de vücutta yersiz bir seratonin salgısı ve endorfin bulamacıyla da boğuşuyorum ve yorgunluk??? Pek çeliştik ama =)...Sorarım kendime bu anlamsız mutluluk niye??? =)



Hal böyleyken yani çok manidar bir şekilde yaşarken...halime kitap-film-müzik ve tiyatro yetişiyor... Normalde rutinim hep koşuşturmaca olduğu için (ki bunun için en büyük suçlu benim çünkü işime gelmeyen konularda hep son dakikacıyımdır ama keyfi bir şey ise ohoo excel de 2143546547 kere planlanmıştır =) Nedeni ise o kadar açık ki çünkü hayata mola veremeyen bir insanım, deliler olur ya kaptırır gider...böyle düşermiyim, ne olur demeden koşarlar ve hiç farkında olmadan çevresindekilerin... işte ben de öyleyim bir parça...Sürekli bir telaş içinde ne olduğunu da anlamadan geçiyor günler, yollar, insanlar ben de yaşıyormuşum gibi yapıp günlerimi sodexo kartı gibi değeri etmeyen şeylere tüketiyorum. 
ya tabi... beterin better'ı var =) uykusuzluğun yan etkileri =)

Gerçi başlık filmler üzerine ama benim için 4 yapraklı yoncalar, hayatımı bir parça tek düzelikten çıkarıp ona renk katan...en hesaplısından ve en kestirmeden beni alıp, alıp bir yerlere götürenler...Baş rol filmlere dönersek =) Mesela "Motosiklet Günlükleri" ile Küba yolculuğu veya "Delicatessen" ile psikopat olmanın verdiği haz... Veya "Jeux de Enfants" ile çocukluğuma yolculuk ...2-3 saat alıyor ve götürüyor ruhumu... çünkü empati yapmayı severim kitabı-oyunu-filmi sevmedim mi kurguyu hemen mekana ve karaktere odaklanırım ve bulurum elbet bir şey...en sıkıcı filmlerden birinde bile kızın şalı için sonuna kadar izlemişliğim vardır. 


                                             " Motosiklet Günlükleri"- Motorcycle diaries



                                                               
   "Şarküteri"-Delicatessen


 "Cesaretin Var mı Aşka?" Jeux d'enfants

O yüzden en çok festival filmlerine bayılırım çünkü tam anlamıyla empati yapıp, yaşayabildiğim gerçekçi yapımlardır...öyle milyon dolarlık dekorlu filmlerde fa-ü-latün fantastik olmadığı sürece bana estetik güzeli kadınlar gibi gelir, hmmm der geçerim. O yüzden ne yapmalı ruhumuzu doyurmak için bol kitap okumalı ki yeri gelmişken söylemeli =) çeyiz niyetine mini bir kütüphane ve hatrı sayılır bir film arşiviyle metrekaremizi daha da küçülttüm ama hepsi benim canım et-tırnak ilişkisi yaşıyoruz kendileriyle =) Kıssadan hisse son 5-6 yıldır istisnasız takip ettiğim Film Ekimi ve İf İstanbula mutlaka gidin...Ruhunuzu doyuracak güzel bir aperatif veya akşam yemeğiyle karşılaşmamanız işten bile değil, üstelik sodexo'suz =) Salıncakla kalın, salıncaklar eğlencelidir...=)

Merhaba Dünyalı =)


Ben Geldim, uzak galaksilerden...




Öncelikle aradan o kadar zaman ve olay geçmiş ki ve ben o kadar bitmişim, tükenmişim ki kendimi bu dünyadan bile hissetmiyorum... Misal elimde kocaman bir şişlik var nerede, niye ve ne zaman oldu? cık! bilmiyorum yani anlayacağınız halim fena.




Aylardan Haziran, benim tez uzamış ama tembelliğimden değil de odak şaşması diyelim biz =) "Bir kere insan, yatağını ve ayakkabısını çok iyi seçmeli" demiş (kesin uzakdoğulu olabilir =) "çünkü birinde değilsen diğerindesindir" diye... ama ben yeni bir boyut kazandırarak "insan asistanlığını yapacak hocasını iyi seçmeli" diyorum yoksa ben hiç uyumam, yalın ayakta gezerim umrumda olmaz bu kadar çileden sonra... gerçi baya bir geçmiş zaman ekini hakedecek durumda da hani zaman ilaçtı, hani köprünün altından çok sular akardı bu vakte kadar... söyleyeyim akmadı! Gerçi beni bilen bilir, öyle de bir insanım ki nasılsın diye sorduklarında farkında olmadan "çok yorgunum, yol, işim çok uzak, sıkıldım, bıktım" kelimeleri beni tanıyanlara T9 sözlüğü gibidir, senelerdir açık ve unuttum gidiyorum ama yeminler olsun unutmamın sebebi "o"dur, e pek tabi beyin kalmadı bende... Bu süreçte ayrıca "Amistad 2" yi çekmişimdir =) Başrole gelince...






Tez hocama laf yok =), kendisi sanki iyilik meleği vallahi o olmasa, başka biri olsa çoktan güle güle derdi, belki de umrunda da olmayabilir geciktirmem bilemedim şimdi sonuçta umursamaz bir iyilik meleği de olabilir pek tabi =) ama her iyilik meleğinin bir adet düşmanı, yollarına çivi dökeyim diyeni vardır, hah işte o da beni buldu...ömrümü soldurdu... Ne yalan söyleyeyim üzüldüm tezin uzamasına ama ne yalan söylemeyeyim; eğer sömürülmeseydim de bitmezdi çünkü malum gezi olayları oldukça vaktimi aldı...zaten bir de hallice bir idari görevim ve yaz okulunada iki ders uygulaması vs. derken Temmuz ve Ağustostayız, yaz bitti...gitti...Bu arada pek sevgili arkadaşım Esra'ya selam olsun o olmasaydı bu furya, bu heves burada kalırdı neyse ki bir umut sevenim, bekleyenim var =) İş bu sebeple 3 post birden geliyor....=) Bu ilki efendim nerelerdeydin gözlerimiz yollarda kaldı diyenler için =) bir sonraki kaldığımız yerden devam...Film festivalleri ve Söz-Nişan....